27 Haziran 2011 Pazartesi

Utansın - Sıkılsın Düeti



tükçe olimpiyatları demek benim için yeni şiirler, yeni parçalar keşfetme zamanı demek.. bazen de eskide kalanları yeniden hatırlamak.. bu seneden payıma ilk düşen utansın-sıkılsın düeti..  Üstad Necip Fazıl'ın ve Fethullah Gülen Hocafendi'nin aynı şeyi farklı kelimelerle anlattıkları şiirlerinin düeti.. gerçekten muazzam bir çalışma olmuş.. keyifle dinliyorum..




Utansın


Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!


Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

Necip Fazıl Kısakürek 


Sıkılsın

Sen çalış;
tutmazsa âlem sıkılsın!
Yardıma koşmayan kalem sıkılsın!
Kanatlan üveykim hele kanatlan;
Sana yol vermeyen yollar sıkılsın!

Akıncımız akıp gitti dönmedi,
Kendilerini salanlar sıkılsın!
Millet ruhu devriliyor/devrildi,
Ona uzanmayan kollar sıkılsın!
Mimarlar çekilip gittiler çoktan,
Çıraklık bilmeyen kullar sıkılsın!
Var olup boy attı "bâtıl" bir yoktan,
Şimdi revaç gören yalan sıkılsın!
Ey canını fedâya and içmiş baş!
Sen çek git yoluna, kalan sıkılsın!

M. Fethullah Gülen 

23 Haziran 2011 Perşembe

Kekeme Çocuklar Korosu - Tarık Tufan


kekeme çocuklar korosu ilginç bir kitap.. hikaye, ama öyle bildiğimiz hikayelerden değil.. bir hikayenin akışına bırakmıyorsunuz kendinizi, parçaları sizin birleştirmeniz gerekiyor.. bir radyocunun kendiyle konuşmaları ve bir radyo programında anlattıkları çoğunluğunu oluşturuyor ve bu konuşmalarda bol bol kafa karışıklığı ve hayata dair tahliller yer alıyor.. bazıları çok ama çok etkileyici, ama bazıları da yer yer soyut kalıyor.. dik başlı  ve edebi bir anlatım ve aşağıda görüldüğü gibi bol bol altı çizilecek cümle var.. Modern hayatı, kent hayatını çok yerinde tespit ve tahlillerle harikulade sorgulamış.. İslami kesime de içerden bir bakış sergilemiş ki, dediğim gibi harika tespitleri var. Olağanüstü bir kitap olduğunu düşünmemekle bereber kesinlikle okunmaya değer buluyorum.. kitap hakkında fikir edinmek için arka kapak yazısının çok faydalı olacağını düşündüğümden, ilk defa bir kitabın arka kapak yazısını da paylaşıyorum :)


"Modern yaşam ölümü unutturur" der Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu söz herhalde en çok 1980 sonrası kuşak için geçerli. Sadece ölümü unuttursa iyi, tüm değerleri de yapboz haline getirdi.

Popüler kültürün hızlı yayılışı ve modern yaşam tasarımları birçok hayatı ve duyarlılığı kapitalizmin çöp kutularına yuvarladı. Artık neredeyse hemen her şeyin bir "bedeli" ya da "fiyatı" vardı. Bu hızlı yaşamda kendini içlerine hapsedenler İslamcı söylemin tarafında yer alanlardı.

Elinizdeki kitap 1990-2000 yılları arasında İslamcılık söyleminin bir tarafında yer tutmuş kuşağın içinde biriktirdiklerini "dikkafalı" bir söylemle dışavurumu; bu koronun çocuklarına ulaşabilmiş, kimi zaman bağıra çağıra, kimi zaman da dudak ucuyla söylediklerini anlayan kitlenin kitabıdır.

Kekeme Çocuklar Korosu içinde barındırdığı insanlar ve onların öyküleriyle kocaman bir duygu dünyasına karşılık geliyor.
'

ve son olarak bir kaç alıntı..

'Bazen her şeyi anlayabildiğimi sanıyorum. Her şey normal gelmeye başlıyor. Bu beni korkutuyor.'

'Zavallılar! Şimdi yerlerinizi değiştirin, yeni oyunlara hazırlanın. Geveze tanrılarınız yeni bir perde istiyor.'

'Hadım edilmiş kelimelerden evlatlar umuyorsunuz.'

' 'Ellerinizi dikkat edin makineye kaptırmayın' diyordu ustalar.
Ellerinizi makinaya kaptırmayın.
Ruhunuzu da makineye kaptırmayın.'

'Hayatı bir kitap okur gibi geriye yaslanıp okuyamazsın. Direniş ayakta beslenir, yürüyüştür ayakta kalmanın besini.'

'En son hangi acı seni uykusuz bıraktı, en son hangi coğrafyaya gözyaşı döktün, en son hangi cümle beynini darmadağın edercesine odanın duvarlarında yankılandı, söylesene?'

'Sihirli bir lamba gibi önümüze alıp yarını, dilemeye başlıyoruz aklımıza geleni.'

'Tanrı'yı oynamak!
Ellerine geçirdikleri her imkanı, her mülkiyeti sahiplenme duygusuyla otorite aracı olarak kullanma duygusu bu.
Hükmetmek, karar vermek, geleceği belirleme gücünü elinde tutmak. İnsanlara ış ve rızk verdiğine inanmak, insanları sınıflamak sonra. Cenneti ve cehennemi pay etmek.
Bütün bunlar düpedüz Tanrı'yı oynamak değil de nedir?
Zavallı insan bu kez zor bir oyun seçti ve acı duyacak...'

'Kente sahip olduğun her şeyini kat, bedenini, yüreğini, yaşantını, kalbini benim diyebileceğin ne varsa kente kat. Kent seninle beslenecek. Senden eksildikçe kent fazlalaşacak. Üst üste yaşamlar, üst üste gelecek tahayyülleri besleyecek kenti. Kentin varlığı başkalarının yokluğuyla büyüyecek. Tek tek bütün ruhlar, büyük bir ruhun boyunduruğuna girecek.'

'Ruhunu ışıklarla sar ve kentin tanrılarına kutsal bir adayışla sun.'

'Kutsalını yitirimiş bir kentin bu kadar sahte kutsalı barındırması da bir zorunluluk galiba.'

'Tanrı gibi konuşanların sesi her zaman daha yüksek çıkıyordu.'

muhabbet ile..

19 Haziran 2011 Pazar

bu da kıskanmanın faydaları..

geçen perşembe öyle bir şey yaşadım ki, eve varana kadar pek tuhaf bir halde sırıtıyor idim :) ne mi oldu? şimdi şöyle anlatayım: pek değerli welliron çarşamba gecesi sayfasında kitap okumamanın faydaları diye bir yazı yazmış.. şahsen çok beğendim, velakin fena halde de kıskandım, hatta bunu gizlemeyip yorumumda da paylaştım.. welliron yazısında camide 1€'ya satılan kitaplardan bahsetmişti.. kitaplar da öyle alelade kitaplar değil hani.. ali bulaç, ismet özel, imam gazali peyami safa vs. ve aldığı yedi kitaba sadece 7€ vermiş.. şimdi en az 30€'yu gözden çıkarması gereken kitapları bu kadar ucuza kapattığını gören ben ne yapsın? elbette kıskanır.. ama nasıl kıskanmaksa artık, Rabbim merhamet etmiş olacak ki, ertesi gün hiç aklımda yokken bizim buralardaki camiye yolum düşünce, kendimi, elimde 7€ verdiğim 7 kitapla eve giderken buldum ;) 1€'ya kitaplar, hem de camiden, hem de tam yedi tane.. tevafuğun bu kadarı!

bir de bakalım neler almışım, daha doğrusu neler kapışmışım, çünkü o halimi karşılayan tek kelime bu sanırım :)


1. Safahat - Mehmet Akif Ersoy
2. Bilinç ve Eşekleştirilme - Ali Şeriati
3.İslam Toplumuna Doğru - Seyyid Kutub
4. Seyyid Kutub Külliyatı - Risalet ve Peygamberlerin Mücadelesi
5. İnsanın Özgürlük Arayışı - Ali Bulaç
6. İslamiyette İtikadî Mezheplerin Doğuşu - Yaşar Kutluay
7. Dost Kazanmak ve İnsanları Etkileme Sanatı - Dale Carnegie

bu sonuncusunu da  kitaplarım arasındaki çirkin ördek ilan ettim :) zira o tarz kitapları okumayı hiç sevmiyorum aslında.. ancak kitapları inceleyerek almaktan ziyade alelacele kapıştığımdan girivermiş aldıklarımın arasına.. sadece yazarın ismini okumuş ve onu da başka bir yazarla karıştırmış olduğumdan oldu sanırım.. neyse yine de bu kitaba bir şans verir miyim görücez ilerleyen zamanlarda..


sanırım alabileceğim daha da kitap vardı, fakat beni eniştem almaya geldiğinden daha fazla karıştıramadım.. yarın filan uğrayıp batan geminin mallarından biraz daha istifade etmek lazım:)

muhabbet ile..


13 Haziran 2011 Pazartesi

Yolda - Emine Kutub


fotoğraftan da belli olduğu gibi elimdeki kitap oldukça eski.. kaç yılında basılmış olduğu yazılmamış olacak kadar hem de :) ama sanırım 70li yıllarda basılmıştır, çünkü ilk basımı 1969 yılında gerçekleşmiş, bu ise 4. baskısı.. ama şu an için baskıları tükenmiş, yeni basımda yapılmıyor, ancak çeşitli internet sitelerinde 2. el olarak alınabiliyor.. bendeki kitap da bana ait değildi zaten, amcamın kızının eşinden ödünç aldığım kitaplardan biriydi bu da... ama ne ödünçlük? kitaplarını okumak için vermeyi sevmeyenlerin aklı hayali duracak şekilde hem de :) şöyle ki, kitap türkiyede ödünç alınmış ve sanırım beş seneden beri benimle birlikte almanya'da.. bu kitapla birlikte bir kaç kitap daha vardı, onları okuyup verdim, ancak bunu henüz okuyamadığımdan vermemiştim.. bir dahaki türkiye'ye gidişimde bu kitap da sahibine kavuşacak inşaallah :) ha bu arada aldığım kitapları geri vermkete her zaman bu kadar uzun vadeli davranmam tabii ki.. bu zeki hocayla olan muhabbetimizden kaynaklanan bir durum sadece :)

gelelim kitabın içeriğine.. hiç de öyle beş sene bekleyecek bir kitap değilmiş, başlayınca 3 gün içinde bitiverdi :) kitap 11 hikayeden oluşuyor.. tercümenin maalesef pek iyi olmadığını belirtmeliyim.. keyif almak bir yana, bazen anlamayı zorlaştıracak kadar yetersizdi ne yazık ki..

emine kutub bir dava insanı, doğal olarak hikayelerinin çoğu da bu doğrultuda.. bu yüzden 'yolda', edebi bir eserden ziyade ideolojik bir eser.. hikayelerinin çoğunda düşünce yolculuklarıyla Allah'a iman esası ve existanyalizmle mücadele var.. buradan da o dönemde varoluşçuluğun mısır'da çok etkili olduğunu çıkarabiliriz sanırım.. bunun dışında fakirlik, aşk, umut ve acı gibi konuları işlediği hikayeleri de mevcut.. özellikle bir kaçının beni çok etkilediğini söylemeliyim.. mesela hihayenin birinde zengin çocuğunun, üstü pasaklı  olan ve çıraklık yapan fakir çocuğa doğru giden köpeğini uyarması ve  'yaklaşma, o pis' demesi.. sonra bir diğerinde ailesinin geçimini sağlamak için yıllarca şehre gidip çalışan.. dönmesine, umatlarının gerçeleşmesine ve nişanlısına ve ailesine kavuşmasına çok az kalan bir işçinin devrilen vagonun altında kalması ve bunun o ülkede hiç bir ehemmiyeti olmaması..

ama hikayelerden önce kitapta yer alan bir kısım var ki, işte bana ' iyi ki bu kitabı okumuşum' dedirten oydu.. İslam Şehidi Seyyid Kutub'un kardeşi Emine Kutub'a yazdığı mektup.. özellikle başlangıcı müthiş ve bunu  mutlaka alıntılamak istiyorum:


'Biz sadece kendimiz için yaşadığımız zaman, hayatın çok kısa olduğunu, dünyaya gelişimizle başlayıp gözümüzü yumunca biteceğini kabul ederiz.


Fakat biz, bizden başkaları için, yani idealimiz için yadaığımız zaman hayatın çok uzun ve geniş olduğunu, insanlığın başlangıcıyla başlayıp, biz bu dünyadan göç ettikten sonra, dünyanın sonuna kadar devam edeceğini görürüz. O zaman ferdi ömrümüzün kat kat üstünde kazançlar elde etmiş oluruz... Saatlerimiz, dakikalarımız uzar ve hayat artık senelerle değil duygularla ölçülür.'

ne mutlu kendisinden ziyade, ideali için yaşayanlara..

11 Haziran 2011 Cumartesi

istanbul sazendeleri..


dört yıl önce videonun kaydedildiği programda canlı dinlemiştim bu parçayı.. ondan beri de  -kötü ses kalitesine rağmen- açar, ara ara dinlerim :)

dinlerken türkiyedeyim, istanbul sokaklarında.. rengarenk pazarlar, çarşılar.. kocaman gülümseyen insanlar.. mutlu bir telaş ve daha neler.. ben benden uzakta neşeleniyorum bu eserde :)

ah bir de parçanın ismini bilsem, daha kaliteli bir versiyonunu bulabilsem.. çok çok güzel olacak :)

9 Haziran 2011 Perşembe

İki Darbe Arasında-İskender Pala


okuyup bitireli epeyce zaman oldu, ancak yazmak bugüne nasipmiş.. öncelikle gerçekten beğendiğimi ve zevkle okuduğumu söylemek istiyorum.. 

iskender pala bu kitabında deniz kuvvetleri'nde geçirdiği bir on beş yılını anlatıyor.. 12 eylül darbesinden hemen sonra başlayan ve 28 şubat post modern darbesinden kısa süre önce son bulan on beş yıl.. askeri hayatı, o dönemdeki bir çok askerin başına geldiği gibi düzmece dosyalarla haksız yere ordudan ihraç edilerek son buluyor.. sonrasında ise hepsi için çok zor günler başlıyor.. biz bu günlerin iskender pala için ne denli zor geçtiğini kitabından okuyoruz, diğerlerini ise bunun üzerinden tahayyül etmeye çalışıyoruz.. iskender pala ki, doçentlik titrına sahip, çevresi oldukça geniş bir insanken, askeriyede olduğu dönemde bir sürü üniversiteden teklif alırken, o zor dönemde sadece 3 kişinin desteğini hatırlıyor.. kim bilir diğerleri ne hallere düşmüştür diye düşünmeden edemiyor insan..

on beş yılda neler yaşamış? bir sürü ilginç anı, epeyce haksızlık ve ön yargı.. bunun sonucu -ilk ataması hariç- tam on bir tayin.. kitabı okurken pala'nın bilgisine ne kadar güvendiğini görüyor ve zaman zaman megalomanca da buluyordum açıkçası.. hatta kendisi de bu konuda biraz özeleştiride bulunuyor, bazen gereksiz yere basit inatlaşmalara girdiğinden bahsediyor..


bütün bunların dışında beni kitapta en çok etkileyen iki şey vardı.. 

birincisi iskender pala'nın azmi ve çalışkanlığı.. kendisi doktorasını ve doçentliğini askeriyedeyken yapıyor ve bu dönemde bir çok araştırma yapıp kitap da yazıyor.. öyle ki uzun zaman tatil nedir bilmeden, işten geldikten sonra akşamları odasına kapanarak, haftasonlarını da çalışarak geçirerek hem de.. 

ikincisi ise eşinin desteği.. aslına bakarsanız eşinin desteğini bir kez dile getirmiş kitabında, daha fazla değil.. ama kitabı okuduğunuzda iskender pala'nın bu denli çalışabilmesini ve üretebilmesini ancek eşinin olağanüstü desteğiyle gerçekleştirmesinin mümkün olduğunu görüyorsunuz.. bir insan sürekli çalışıyorsa ve ailesiyle birlikte tatil yapmayı bile çok erteleyebiliyorsa ve yine de üretken olabiliyorsa o evde müthiş bir destek ve huzur ortamı var demektir.. bu açıdan evliliklerine gerçekten gıpta ile baktım..

sonuç itibariyle okunmasını kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap :)

                                        bir kaç alıntı şurada var ;)

                                                muhabbet ile..

6 Haziran 2011 Pazartesi

Tarih Şuuru - İhsan Süreyya Sırma



Kitabı iki bölüm olarak inceleyecek olursak, yazar ilk bölümde; tarih ilmini kısaca tanıtıp, ilimler arasındaki konumunu belirtiyor. Tarih ilmiyle uğraşmanın zorluklarına ve de -ayetler ışığında- sorumluluklarına değinip, objektif tarihçiliğin pek mümkün olmadığını vurguluyor.
Sırma bu kitabında, klasik tarih anlayışından farklı olarak meseleyi dini bir çerçeve içinde ele alıyor ve diyor ki:  ‘Tarih, Adem (a.s)’ dan bugüne kadar, insanlar arasında vuku bulmuş ve Kesin Son’a kadar da vuku bulmaya devam edecek olan bu mücadelenin -inanmış insanlar ve Allah düşmanlarının mücadelesinin- değerlendirilmesidir.’ Bu genel girişin ardından Peygamber Efendimiz’in (sav) dönemi biraz daha yakından inceleniyor ve akabinde ikinci bölüm olarak nitelendirebileceğimiz, bazı tarihî olayların anlatıldığı ve yorumlandığı kısım başlıyor. Bu kısımda incelenen olaylara örnek olarak ‘Uhud Savaşının Verdiği Ders’, ‘Münafıklar Camisi’ ve ‘Hz.Peygamber (sav) Devrinde Basın’ başlıklarını verebiliriz. Yazar bu kitapta genel olarak İslam’ın savaş algısı üzerinde özellikle duruyor ve yer yer kızgın üslubuyla dikkat çekiyor. Anlatım olarak birinci bölüm olarak tarif ettiğimiz genel giriş kısmı pek akıcı olmasa da, tarihî kıssaların anlatıldığı bölümden itibaren oldukça akıcı bir anlatım hakim. Yazar kitabında İslam Tarihi’ni baştan sona anlatmaktan ziyade belli olayları seçip onlar üzerinden okuyucuda tarıhî bir şuur oluşturmaya çalışmış. Bu yüzden ‘Tarih Şuuru’nu İslam Tarih’ine tadımlık ve fakat şuurlu bir bakış olarak nitelendirebiliriz.

not: yazının yukarıdaki halini, kısıtlı bir grup için hazırlanmış bir dergi için yazdım.. e hazır yazmışken blogumda da eksik olmasın dedim ve ekleyiverdim ;)

5 Haziran 2011 Pazar

monna rosa

 

şiir de, ses de, yorum da, müzik de mükemmel ötesi.. 

monna rosa'yı rahmetli sacit onan'dan daha iyi yorumlayana rastlamadım.. müzikse sanki bu şiir için bestelenmiş gibi.. 
ve dolayısıyla tekrar tekrar dinlenesi olağanüstü bir çalışma..

Şiir: Sezai Karakoç
Yorum: Sacit Onan
Müzik: Metin/Kemal Kahraman -Ferfecir


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...